Kategoriler
Hikaye

Taş Ötüyor

Bugün adamın birini sana benzettim. Benzetmek ne kelime, peşine bile takıldım. Arkadan aynı sana benziyordu. Ensesi kat kattı, boynuna doğru kızarmış. Saçları kısaydı, tıraş olmuştur dedim. Seyrek, kıvırcık, üç numara… Ayaklarını da dışa dışa basıyordu senin gibi.

Elimdeki tıraş sabunu kokusuna bir anlam veremedim. Hem koklamak istemedim, hem de çenemin altına yerleştirdim avucumu. Gözümün önüne gelenleri seyrettim. Yamulmuş tıraş tasının ocağın üstünde kaynadığını, jiletin üstünde biriken köpüğün suya değince dağıldığını seyrettim. Tasın kenarına toplanan köpüğün üstünde kalmış sakalları, suda yüzen kesilmiş sakalları…

Adamın peşini bırakmadım, yüzünü bir dönse emin olacaktım. İnadına bakmıyordu herif, sağına soluna bile bakmıyordu. Kulaklarının üstü etli etliydi, seninkilere benziyor muydu? Caddeden geçerken hızlandı, ben de peşi sıra tabii. Koklasam anlarım diye düşündüm. Yüzünü görmeme bile gerek kalmaz o zaman. O leş kokuyu nerde alsam bilirdim. Akşamları dolmuşta sızan adamlar da öyle kokuyordu, leş gibi. Geçen akşam inmeye çalışırken birinin ayağını ezdim, uyuşukluktan pek hissetmedi. Yapmak istediklerimin yanında hafif kaldı; ama fırsatı kaçırmadım, ezdim.

Üstüne sigara kokusu sinmiş, teybin kablosu yapış yapış. Teyp dolayıp kopardı diye bantladığın kaseti koydum içine. Türkü aynı yerde kesildi. “Baba ben derviş miyem/ kürkümü geymiş miyem?”

Ne diye gidiyordum adamın peşinden? Seni özlemiş değildim ya!

Bulaşık leğeninden bozma kabın içine kuru lületaşını attın, yüzdü önce. Taş suyu emdikçe kabarcıklar çıkarmaya başladı. Suyun içinden taşı çıkardın, dayadın kulağıma. “Bak taş ötüyor” dedin, bak taş ötüyor. Tahrayla fazlalıkları yonttun. Büyükçe kopan parçayı kaptım hemen, kuş gagası gibi bıçağı elime tutuşturdun. “Bir işe yaramıyor bu, ağabeyime verdiklerinden versene!”dedim. Kuş gagasını da aldın elimden. Önce baykuşun kanatlarını taradın, sonra aslanın yelesini.

Adamın ellerine baktım. Parmakları kıvrık duruyor avuç içine doğru. Pantolonunun beli de gevşek seninkiler gibi, habire yukarı çekiyor. Paçaları da ezilmiş ayağının altında. Montunun cebinde kese kağıdı mı var? Ucu sarkıyor sanki. Tuzlu fıstık vardır onun içinde. İçi yenmiş, kabuğu da kağıdın içine sıyrılmış. Yarı kabuk doludur onun, içleri yenmiş. Sabah evden çıkarken çocuğun eline sıkıştırıp, susturmalık fıstık…

Islak talaşın üstüne oturup, dizindeki taş bezini çekiştirmeye başlayınca: “Oyun kağıtlarını getir madem.” dedin. Yine takip ettin kağıtları, ne attıysam pişti yaptın. Senin hanene doldurdum puanları. Yenilip bıkarım sandın. Puanları yazdığım kağıdı çevirip: “Adam asmaca” dedim. Yılıp, başından gideyim diye yine o adamı sordun. Türk filmlerinde kabadayıların sağ kolu olan adam, yaşlıca. Bu sefer asılmadım, bildim. “Kadir Savun”

Adam kahvenin birine girdi, oturdu. Durdum, duvarın dibine çömeldim. Burnum, gözlerim seni andırıyor, kurtulmak ne mümkün! Sana benzediğim alnımda yazıyormuş gibi pıstım, ağzımı yüzümü sıvazladım. Hepsi aynıydı: tırnaklarım, parmaklarım, saçım, başım, kuruyası huylarım, yalancılığım… Sana benziyordum…

— Evrim EGE, 2010

Kaynak: https://evrimyanikoglu.com/hikaye/tas-otuyor/

Yazar Evrim Yanıkoğlu

Kitapları çok sever! Çok fena yazar ve yayın evi seçer. Sevdiği yazarları okumaktan büyük keyif alır. En büyük tutkusu yazmaktır.