Kategoriler
Anı

İkincilik

İlkokul’u bir köy okulunda okudum. İsmi başta Samanlık Kıranı İlköğretim Okuluydu. Ben ikinci, üçüncü sınıftayken sanırım, tam emin değilim, eskiden bizim okuldan mezun olan birisi şehit düşmüştü, ismini okulumuza vermişlerdi. O zaman okulumuzun adı Şehit İsmail Bay İlköğretim Okulu olmuştu.

Dördüncü sınıftaydık. Bunu hatırlıyorum, çünkü o sene yarışmaya katılamamıştım. Dördüncü sınıftaydık. Öğretmenimiz Zafer Taner, bize satranç öğretmeye başlamıştı. Ben o zamana kadar sadece Matematiği ve Türkçeyi seviyordum. Biraz da kızları ama uzaktan tabi; o konuda hep çekingen biri oldum çünkü. Şimdi ise sevecek bir şeyim daha olmuştu: Satranç!

Daha birkaç haftada çok heyecan verici maçlar yapmaya başlamıştık arkadaşlarla. En iyimiz Muhammet’ti. Soyadını hatırlayamadım şimdi. Onunla başabaş mücadeleler ederdik. Genelde o yenerdi. Bu sebeple olsa gerek, emin değilim, o sene sonunda Giresun Küçükler Satranç Müsabakasında Muhammet yarışmıştı bizden. Başkası da gitmiş miydi, emin değilim ama ben gitmemiştim. Belki de gidememiştim. Neyse, o sene Muhammet il birincisi olmuştu.

Sonraki sene ben de gidebildim yarışmaya. Çok güzel bir atmosferdi. Yarışma Giresun Kız Meslek Lisesi’ndeydi. Sütlaş Mevkiin’de bir okuldu. Şehre giderken yanından geçerdik dolmuşla, görürdüm. İçine ise ilk kez girmiştim. Gerçekten bir sürü kız vardı. Hareketliydi. Yarışmadan dolayı da bir telaş vardı her yerde. Çok güzel bir gündü.

O gün turnuvanın sonlarına doğru Muhammet ile karşı karşıya geldik. Oyunun detayını hatırlamıyorum ama Muhammet’i zorlanmadan yendiğimi hatırlıyorum. Sonra Onur isminde bir çocukla final oynadık. Açılışta çok hızlı oynuyordu, hiç düşünmüyordu, şaşırmıştım. Başlarda çok zorlandığımı hatırlamıyorum ama bir yerden sonra oyunun kontrolünü tamamen kaybettim. Sonra da oyunu kaybettim ve ikinci oldum. Çok üzülmemiştim, çünkü çok eğlenceli bir gündü. Seneye tekrar katılıp, belki bu kez birinci olabilirdim. Seneye olmazsa, ondan sonraki seneye. Çoğunlukla kaybetsem bile sorun değildi; çünkü Satranç oynamak, mücadele etmek, çok keyifliydi. Bir kez olsun kazandığında, tüm yenilgilerin acısı bir anda unutuluyordu çünkü.

Final müsabakasının ardından, önümüzdeki haftasonu, Cumartesi günü ödül töreni olduğunu söylediler. İkinci olduğum için bana da ödül vereceklermiş. Çok heyecanlıydım.

O hafta yaz tatiline girmiştik. Sonraki hafta sonunu iple çektim. Günü geldiğinde annemlere söyleyip, okul yanına gittim. Okulda kimse yoktu. Sadece Zafer öğretmenim vardı. Müdür odasındaydı. Bana ne için geldiğimi sordu. Ben de o gün ödül töreni olduğunu söyledim. Öğretmenimi rahmetle anıyorum, çok iyi bir insandı. Okul için, öğrenciler için elinden gelen her şeyi yapardı. Benim açımdan ilk ve tek yanlışı o gün bana “Ben ikincilik ödülünü almaya gitmem.” demesiydi. Belki canı sıkkındı, belki yorgundu, belki okulda olması gerekiyordu. Bilmiyorum. Ama bana öyle söylemişti. Kendimi çok değersiz hissetmiştim. 35 yaşındayım ve yaşadığım hayal kırıklığını bugün bile çok şiddetli bir şekilde hissediyorum.

Ondan sonra satrançla ilgili anım çok azdır.

Evde ortanca erkek kardeşim Ömer’le Satranç oynardık. Ona hamleleri öğrettiğimde oyunu çok sevmiş ama yenilmeyi hiç hazmedememişti. Bu sebeple arka arkaya onlarca kez baştan oynardık. Ben de ya çoban matı varyasyonu yapardım ya da biraz daha ilerleyip öyle mat ederdim. Onu artık yenemiyorum; çünkü 2. kademe satranç antrenörü oldu ve şu an satranç eğitmenliği yapıyor.

Ayrıca bir kez orta okulda, bir kez de üniversitenin yurdunda küçük turnuvalara katılmış, onlarda da finale kadar gelmiştim. Yurttakinde birinci olmuştum ama sonrasında herhangi bir şey olmamıştı.

Yanılmıyorsam lisenin ilk yıllarındayken merkezdeki, Mithatpaşa ya da o tarz ismi olan bir okulda yapılan bir satranç turnuvasında Zafer Hoca’yla karşılaşmıştım. Giresun’da İl Satranç Başkanı gibi bir görev yapmaya başlamıştı. Mesleğinden arta kalan zamanı tamamen satranca adamıştı. Sohbet etmiştik. Ben Ömer’in satrancı ne kadar sevdiğinden, bu alanda ilerlemesini istediğimden bahsetmiştim. O da bana, sen neden oynamıyorsun, demişti. Bunu uzun zamandır hiç düşünmemiştim.

O gün orada küçük bir kız çocuğu vardı. İsmi Ebru imiş, sonradan öğrendim. Babası da yanındaydı. Çok güzel bir enerjileri vardı. Onunla kısaca sohbet edip, sonra ezberimdeki bir mat sorusunu tahtaya dizip, doğru hamleyi bulmasını istemiştim. Vezir fedasının ardından at ile boğmaca matı. Klasik bir pozisyon. Cevabı bulamadı ama cevabı görünce duyduğu şaşkınlık ve heyecan hem yüzünden hem de çıkardığı sesten anlaşılıyordu. O küçük kız sonrasında Türkiye Kadın Milli takımında oynamış ve üniversitenin ardından memleketi Giresun’da bir satranç merkezi açmış.

O kızla benim ve Ömer’in arasındaki temel fark neydi?

Babası..

Ben öğretmenim ikincilik ödülümü almaya gitmediği için değil, ailem tarafından ihmal edildiğim için satrancı hayatımın ortasına koyamamıştım. Gitseydik aileme rağmen hala hayatımda olur muydu, bilmiyorum ama asıl sebebin ihmal olduğunu düşünüyorum.

Eğer ailem yanımda olsaydı, yarışmalarda derecem olmasa dahi satrançta ilerleyebilirdim ama olmadıkları, belki de olamadıkları için derecem olmasına rağmen ilerleyememiştim.

Satrancı hala çok seviyorum. Telefonumdaki en çok kullanılan uygulamalar arasında yer alıyor. Hatta son zamanlarda uygulamanın sunduğu satranç eğitimlerine de bakmaya başladım.

Küçükken duyduğum heyecanı ufaktan tekrar duyuyorum. Belki bir gün bir norm alabilirim. Hatta belki bir gün büyük usta bile olabilirim. İmkansıza yakın bir şey, biliyorum ama önemli değil. Çünkü önemli olan yolculuğun kendisi.

Yazar Ömür Yanıkoğlu

Kuzumu çok seviyorum, işimi severek yapıyorum, dürüst yaşıyorum; hayattan keyif alıyorum :)