Dedem yine sallanan sandelyesine kurulmuş, en sevdiği kitap olan Puslu Kıtalar Atlası’nı kim bilir kaçıncı kez okuyordu. Biyolojik saati onu uyarmış olacak saatine baktı ve sonra başını kaldırıp bana baktı. Tatlı tatlı gürümsedi. Vakit gelmiş, ha, dedi. Eveeeet, dedim ve koşarak abimi çağırmaya gittim. Döndüğümde dedem armut koltuklarımızı karşısına dizmiş, sandalyesine geri dönüyordu. Hemen yerlerimize geçip, ellerimizi çenemize dayayıp, onu dinlemeye koyulduk. Güzel dedem, güzel güzel anlatmaya başladı.
Rüyayla gerçeğin birbirine girdiği bir anı bu. Hatırladığımda hala karnımda minik kelebeklerin uçuşmasını sağlayan, tekrar yaşamayı istediğim, çok güzel bir anı.
Orta okulun ilk yılında bizimkiler beni bir servise vermişti. Evimiz merkeze uzaktı. Dolmuşa binilen en yakın mesafe de yaklaşık on dakikalık yürüme mesafesindeydi. İnerken yokuş aşağıydı ama çıkarken tam tersiydi tabi.
Masal – Orta okula nerede gittin dede?
Giresun’da, yavrum. Hani geçen yaz hep birlikte gitmiştik, kiraz yemiştik, hatırladınız mı?
Masal – Eveeet, çok güzeldi. Bu yaz gidemeyeceğiz di mi?
Evet kuzum, pandemi bittiğinde yine gideriz, merak etme sen.
Çınar – Bu gidişle biraz zor ama.
Yok, yok, öyle deme yavrum. İçini ferah tut. Bak her gün azalıyor hasta sayısı, iyi olacağız.
Neyse, ne diyordum. Hah.
Servisimizi çeken adam kötü biriydi. Parasını aldığı halde beni beklemez, giderdi. Akşamları beni dolmuşta inilen yerde indirirdi, evi de oradaydı. Ben de on dakikalık yolu yokuş yukarı yürüyerek dönerdim eve. Nur içinde yatsın, ilk dönem bitmeden servisin bizim için bir anlamı kalmadığını anladı annem, çok üzülüyordu bu duruma ve ikinci dönem, zaten alıştığım gibi, dolmuşla gitmeye başladım okula. Tek farkı önceden arada servise biniyor olmamdı.
Masal – Ama dede, adam neden öyle yaptı ki?
Çünkü hayat böyle bir tanem, bazı insanlar kendi çıkarları için bile bile kötülük ederler, çocuk yaşlı demezler. Siz de böyle insanlarla karşılaşacaksınız. O zaman ne yapıp edip onlardan uzaklaşın, emi. Biz onlarla aynı dili konuşamayız çünkü.
Öte yandan ben bu durumdam çok şikayetçi değildim, aksine memnundum bile diyebilirim. Kendi başına idare edebiliyor olmak güzel bir histi. Ama düşünüyorum da, tehlikelere açık bir çocukluktu. Sizi öyle bir başınıza göndermeye korkarım. Liseye kadar siz de anne babanızın sözünden çıkmayın, olur mu? Liseden sonra azıcık çıkabilirsiniz, tamam mı, heh heh hee.
Çınar – Ben söz veremem.
Bak şimdi, kerata seni. Neyse, bir süre sonra dolmuş parasını da cebe atabileceğim bir seçenek fark ettim: Gazefer!
Masal – Gazefer mii? Çok komiik, canavar adı gibi.
Çınar – Godzilla, ha ha ha!
Evet, bana da çok garip gelmişti. Yanılmıyorsam daha önceleri Gazanfer diyorlarmış, Gazanfer yokuşu. Bir hikayesi vardır mutlaka ama ben hiç öğrenemedim. Bu Gazanfer de zamanla söylene söylene erozyona uğramış ve Gazefer olmuş sanırım.
Bu Gazefer tam olarak ne biliyor musunuz? Aslında bir yol. Evimiz A noktası olsun, dolmuşa bindiğimiz nokta da B noktası. Dolmuşa bindikten sonra okula giderken geçtiğimiz bir diğer nokta da C noktası.
Çınar – Dedee, anı ayağına bize matematik mi çalıştıracaksın yoksa?
Sıpa, dur bi. Şimdi, bu üç nokta birleşince bir üçgen oluşturuyorlardı ve A ile C arası da..
Masal – Hipotenüs!
Hayır, kısa kenarlardan biriydi. Uçunca yaklaşık beş dakika sürüyordu.
Masal ve Çınar – Uçunca mı?!
Evet, uçunca ama parmak uçlarımın üstünde. Ona da gelicem, merak etmeyin.
Kısa kenardı ama C noktasından sonra da yaklaşık yarım saatlik bir yürüme mesafesi vardı. Yine de alışınca çok da uzun bir yol değildi.
İşte mahalledeki herkes bu A ile C arasına Gazefer derdi. Yokuş aşağı, fındık ve yer yer meyve ağaçlarının arasından geçtiğiniz, yüksek otlarla, ağaç kökleriyle ve gediklerle dolu, ortasında dağı dönerek inen çok ince, kenarı dik yamaçlı bir patikanın olduğu, şehre hızlıca inebildiğiniz kısa bir yol. Araba yarışı oyunlarındaki gizli kestirmeler gibi ama biraz daha uzunu.
Çınar – Ooo, Need for Speed!
Masal – Hayıır, Revolt!
Canınız araba yarışı çekti galiba? Hikayeden sonra siz oynayın, ben de izleyeyim, olur mu?
Çınar – Oluur!
Masal – Dede, sen de oynaaa!
Keşke oynayabilsem kuzum, size gününüzü gösterirdim o zaman ama parmaklarım tutmuyor ki artık. Sizi izlerken de çok eğleniyorum ben, tamam mı?
Masal – Tamam ki.
Sonraa.. Ha evet. İlkokula giderken nadiren babaannemle buradan şehre iner, Yeniyol tarafında bir kaldırımda, diğerleriyle birlikte fasulye turşusu satardık. Her seferinde çıkartıp, tattırırdı oradakilere. Bana da uzun bir tane verirdi, ben de yüzümü buruştura buruştura yerdim. Sonra o diğer pazarcılarla sohbet ederdi, ben de oyalanırdım. Gazeferi hatırladığım en yakın anım bu sanırım. Annemin söylediğine göre onun sırtında da çok inip çıkmışım ama hatırlayamayacağım kadar küçükmüşüm.
Masal – Bizden de küçük mü?
Tabii, sizden de küçük. Yoksa hatırlardım. İşte babannemle gittiğim zamanlar sizin kadardım.
Orta ikiye geçtikten kısa bir süre sonra okula yürüyerek gitmeye başladım ve tabii ki Gazefer’den iniyordum. Çocukluğumda her yere aynı sizin gibi koşarak gittiğimden, engebeli dik bir yokuş olmasına rağmen Gazefer’i de koşarak iniyordum. Sağlı sollu zıplamalar, uzun adımlar. Öyle ki ayaklarımın ikisi de sürekli yerden kesilirdi. O kadar eğlenirdim ki, bu yolculuk rüyalarıma da girerdi, tabii ayaklarımın yerden kesildiği süre çok daha uzun olurdu; uçardım!
Yoldaki engelleri görebilmek için başımı biraz eğerek koşardım, karşıya çok bakmazdım. Bu yüzden bazen başımı yolumun üstüne eğilen fındık ağaçlarına çarptığım da olurdu.
Çınar – Ufff!
Masal – Ayyyy!
Evet, çok acırdı ama sorun etmez yine koşardım.
Ara sıra Leman Yengenin bahçesindeki elma ağacına tırmanır, ceplerimi elmalarla doldururdum.
Masal – Neeee!? Hırsızlık mı yapardın?
Olur mu yavrum, hırsızlık denmez. O zamanlar bahçesinde meyvası olanlar, göz hakkı der, çocuklara hiç kızmazlardı. Haklarını helal ederlerdi. Tabii arada kızanlar da olurdu, biz de onların bahçesine girmezdik ama Leman yenge iyi biriydi, Allah rahmet eylesin. Hatta bir adı da vardı bunun. Neydi? Hah, fanti. Fantilemek derdik öyle başkasının bahçesinden meyve aşırmaya. Aşırmak dediğime bakmayın, hırsızlık değildi yaptığımız. Ama siz birinin bahçesine girerseniz, almadan önce mutlaka izin alın, tamam mı.
Sonra.. Ceplerim boşalana kadar okuldakilere dağıtırdım. Bir nevi sebil.
Masal – Sebil ne dede?
Başkalarına yardım olsun diye karşılıksız bir şey dağıtmak.
Düşünüyorumda, beni sevsinler diyeydi galiba ya da fark etsinler diye.
Çınar – Seni sevmiyorlar mıydı?
Masal – Aaaa, nasıl olur?
Sevmediklerini sanmıyorum, daha çok kendi dünyalarındalardı. Ben de o zamanlar şimdiki gibi havalı değildim. Ama şimdi düşünüyorum da, havalı olsaydım da aynı şeyi yapmak isterdim. Çünkü dostluk kurmanın en güzel yolu, paylaşmaktır. Tabii suistimal edilmemek lazım, dengeyi iyi kurmak lazım. Siz de mümkün olduğunda elinizdekini paylaşın ama bunun kötüye kullanılmadığından da emin olun, tamam mı?
Masal – Tamam, dedee. Ben hep paylaşıyorum zaten ki.
Çınar – Sonra ne oldu dede?
Elma dağıtırken karınca gibi üşüşürlerdi, elmalar bitince de etrafım bomboş kalırdı ama ben mutlu olurdum.
Böyle böyle kış geldi, ben kışın da Gazefer’den inmeye devam ettim. Karların arasında koşmak, yolcuğu daha da eğlenceli hale getirirdi. Beyaz bir düşün ortasında gibiydi. Önümde uzanan ap aydınlık yokuş, ayaklarımın altından kayar, giderdi. Başımı çarptığımdaysa acı duymakla kalmaz, bir de tepeden aşağı karla kaplanırdım. Ensemden içeri dolan karlar içimi titretirdi. Ayağımdan içeri kar girmesin diye ayaklarıma poşet geçirirdim. Bu yüzden de çok kayıp, düştüm ama ayaklarım hep kuru kaldı. Yalnız bir keresinde Gazefer’in sonunda poşeti çıkarmayı unutmuşum ve o şekilde gitmişim. Etraftakiler bana bakıp, kahkaha atıyorlardı, ben de bir anlam veremeyip, gülümseyip geçiyordum.
Masal – Aaaaaa!
Çınar – Ne zaman fark ettin?
Okula varmak üzereyken fark edip, çıkarttım. O zaman çok utanmıştım ama şimdi çok komik geliyor.
Masal – Çok komiiik!
Komik tabii, keşke o zaman da utanmasaydım. Ama geçti gitti. Gazefer, çocukluğumun asla unutamayacağım bir parçasıdır. İnmesi kolaydır, çıkması zordur. Hem heyecandır, hem yokluktur. Açıkçası benim için tatlı bir burukluktur.
Masal – Yokluk mu?
Çınar – Dedi ya harçlığım artsın diye yürüdüm diye, çok paraları yokmuş o zaman.
Evet, maddi durumumuz çok iyi değildi. Bu nedenle ben de harçlığımın daha fazlası cebimde kalsın diye yürüyerek giderdim ama üzülmeyin sakın, bunun iyi yanları da vardı.
Çınar – Ne gibi?
Şöyle ki, eğer paranız azsa, onunla yapacaklarınızı daha dikkatli seçersiniz. Ailenizin size verdiği paranın öyle kolay kazanılmadığını daha iyi anlarsınız. Ve daha da önemlisi, durumu sizden kötü olanları daha iyi görürsünüz ve halinize şükredersiniz.
Çınar – Anladım. Galiba o yüzden harçlığıma zam alamıyorum, di mi?
Yüksek ihtimalle. Çünkü anne babanız da bizim zamanımızdaki kadar olmasa da zor günler yaşadılar. Her zamanın zorluğu da kendi içinde aynı şiddette aslında. O yüzden onlar bu yokluğun verdiği erdemi kazandılar ve sizin de kazanmanızı istiyorlar. Şunu unutmayın, para bir araçtır ve asla insandan daha değerli değildir. Bu dengeyi iyi kurmak lazım. İhtiyacınızdan fazlasına sahip olmayın ve ihtiyacı olan sevdiklerinizle de elinizden geldiği kadar çok paylaşın. Çünkü hayat paylaşınca güzel.
Çınar – İşte ben de onun için zam istiyorum, babam benimle daha çok paylaşıp, daha çok mutlu olsun diye.
Bak bu işe yarayabilir, unutma, söyle babana, haha ha!
Masal – Ben de söyleyeceğim!
Söyle bir tanem. Sen de söyle. Ben boşuna mı konuşuyorum burda iki saattir, ha? Hiç bir şey anlamadınız mı söylediklerimden? Sizi gidi..
Çınar – Ya dede, anladım tabii. Bunu daha önce babamla annem de söyledi bize. Ben o günden sonra Masal’ın tüm oyuncaklarımla oynamasına izin verdim. Çünkü hiç biri ondan daha değerli değil benim için.
Abim bunu söylerken beni kendine çekip, başımı öptü. Bunu her yaptığında çok mutlu olurdum. Sonra dedem anlatmaya devam etti.
Aferim benim yavruma. Bunu biliyorsan, babanı meteliksiz bırakabilirsin, ben izin verdim. İyi bir şeye harcayacağından eminim.
O sırada annem yemek için çağırdı bizi.
Tamam kızım, geliyoruz. Eee, çocuklar, işte böyle. Şimdi altmış sekiz yaşındayım. Başka şehirler, ülkeler gördüm, farklı insanlar tanıdım. Yeni pek çok anım oldu ama hala ara sıra rüyalarıma girer Gazefer’de uçarak koştuğum zamanlar. Adımımı atar, havada saniyelerce süzülür, diğer ayağımla yere bir an dokunup, uçmaya devam ederim. Nefesim kesilir, içim içime sığmaz, uyanmaktan korkarak anın tadını çıkartırım. Siz bahçede koşup oynadıkça da çok ama çok mutlu oluyorum. Çünkü siz benim gerçekleşen düşlerimsiniz.
Annem tekrar çağırınca sandalyesinden kalktı dedem ve birlikte sofraya gittik. Yolda ikimizi iki yanına alıp, okşaya okşaya götürdü mutfağa kadar. Annem yine çok güzel yemekler yapmıştı. Babam da yaptığı salatayı öve öve bitirememişti. Gülmekten gözlerimizden yaş gelmişti.
Seninle geçirdiğimiz son akşamın bu kadar güzel olmasını, kalbinin güzelliğine bağlıyorum ve seni Gazefer’in yokuşunda uçarken hayal ediyorum. Dedem. Seni çok özlüyorum.