Güneşi ensemde iyiden iyiye hissetmeye başladığımda anlamıştım, şehre otostopla gitmenin pek de parlak bir fikir olmadığını. Bu durumu fark etmek için geç kalmış olsam da elimdeki dosyayla başımı gölgede tutmayı akıl edebilmiştim. Köyün muhtarı sokmuştu aklıma bu otostop işini. “Parana yazık hocam, çıkıver köyün girişine. Ora kestirme ya, kamyon pek çok geçer. Atıverirler seni de şehre.”
Bir elim başımda, diğer elimde deminden beri toprağı eşelediğim ince bir dal parçasıyla çöp adam çizme derdindeydim. Oturuşumu değiştirdikçe daha çok rahatsızlık veren kayanın üstünde kımıldanıp durmaktan sıkılıp, ayaklandım. Beni, hiç değilse anayola kadar götürebilecek bir insan evladı bekliyordum saatlerdir, ama ne gelen vardı ne de giden. Muhtarın dahiyane fikrine uyup, umudumu köyün kenarından geçen kestirme yolu bilen kamyon şoförlerine bağlamıştım. Düşünce gücüyle şoförleri bu tarafa çekebilecekmişim gibi gözümü yolun sol tarafına diktim.
Öğle vaktine yaklaştıkça güneş yükseldi. Ceketi çıkarıp, kravatı gevşettim. Beyaz gömleğin sıcağı çekmemesi biraz rahatlattı beni. Bozkır kaplı toprak yoldan toz kaldırıp gelen rüzgar, gözümü kıstırdıkça çocukken okuduğum hikayeler geliyordu aklıma.
“Çölü geçmek zorunda olan kahraman savaşçılar o sıcağın altında susuzlukla boğuşmaya çalışırken, ansızın bir kum fırtınasına tutulurlar. Ağızlarına, gözlerine dolan kuma direnip, birbirlerini kaybetmemeye çalışırlar. Fırtına dindiğinde yüzüstü kuma yatmış, yarı bellerine kadar kumun içine gömülmüş bulurlar kendilerini.”
Çocukken olduğu gibi masala fazlaca daldığımdan olsa gerek, koca kamyonun önümde durduğunu fark edemedim. Uzanıp, yan kapıyı açan şoförün bağırtısıyla sıçradım.
Hemşerim, şehre mi? Atla da bırakayım seni.
— …
— Hoop, sana diyom kardeş!
— Hah? Abi, Allah mı gönderdi seni? Az daha beklesem, yarı belime kadar kuma gömülecektim.
— Buyur?
— Yok bir şey abim, sür sen…
— Eee ne diye düştün yollara bu sıcakta? Tipin de düzgünce, hoca mısın yoksam?
— Evet abi, nerden anladın?
— Biz adamı gözünden tanırız. Zati ömrümüz sizin gibileri yoldan toplamakla geçiyo. Daha dün Adana’ya bıraktım birini. O da sen gibi gençten, çelimsiz bir şeydi.
Bozulmadım desem yalan; ama ses edemedim. Yol ortasında indiriverirse n’aparım diye düşündüm, o sıcak, toz toprak geldi aklıma, sustum. Oturduğum yer de rahat olunca kaykıldım hafiften, şoföre baktım şöyle bir. Onun gibi dirseğimi dayadım cama. O anlatmaya devam ediyordu:
“Sen bilmezsin hemşerim, öyle her adam alınmaz arabaya. Hırlısı var…”
Ne rahat adam diye düşündüm. Sanki koca abrayı o sürmüyordu. Sol eli direksiyonu tutmaktan aciz gibiydi. Elini ya camdan dışarı sarkıtıyor, ya sollayıp geçene el kol hareketiyle bağırıp çağırıyor, en iyi ihtimal, yarıya kadar açık yakasından içeri sokup göğsünü bağrını kaşıyordu.
“ Hoş yengen de çok şikayetçi. Gidiyorsun günlerce gelmiyorsun. Ne halt ettiğin belli mi diye haşlayıp duruyor. Bizim oğlanlar da biraz haşarı, biliyon mu ,bir başına zapt edemiyor hanım.”
Arkaya uzanıp bez torbadan çıkardığı peynirli pideyi burnuma dayamasa garip garip bakmayı sürdürürdüm herhalde.
— Sen şehirde n’apcan, onu de bakayım?
— Şey abi… Benim şark hizmetim bitiyor da işte, tayin işleri…
— Bizim kayınçonun oğlan da sen gibi, Iğdır’ın bir köyünde hoca, bir senedir.
Soru sorulmadıkça konuşmayan utangaç çocuklar gibiydim, pısıp kalmıştım koltukta. Kamyon savruldukça dikiliyordum, sonra tekrar ezik büzük pozisyonuma dönüp koltuğa gömülüyordum. Adamdaki rahatlık beni rahatsız ediyordu. Sollarken, altımıza girmekten son anda kurtulan arabanın acı kornasıyla irkildim yine. O anlatıyordu hala: “Bir de diyorlar haberlerde: “uyuyan kamyon şoförü kazaya sebep oldu.” N’apalım hemşerim, o kadar yol yalnız çekilmiyor ki. Bir an önce varalım derken… Hoş Orhan Baba var. Ferdi Abim var. Sen de o antin kuntin şarkılardan dinliyorsundur diye açamadım teybi. Yoksa yedi yirmi dört…”
Pancar tarlaları, bozkırlar bitip de karşıdan insan yapıları görünmeye başlayınca rahatladım, ne yalan söyleyeyim? Sağ salim vardık çok şükür diye derin bir oh çekerken, omzuma indirilen şaplakla kamyonun dışında buldum kendimi.
İşim bitirip Milli Eğitim’den çıkınca paşa paşa otobüs terminaline yollandım. Bilet elimde yazıhanenin yan tarafına çömeldim. Yanıma çöken bir amca muhabbete başladı bu sefer.
— Yolculuk nereye efendi oğlum?
— Suskunlar’a gidiyorum bey amca.
— E oğlum ne diye para verdin bilete? Azcık ötede kamyonların yeri var. Sizin köyün yolundan geçer çoğu. Atıversinler seni. Parana yazık efendi oğlum.
— Evrim EGE, Nisan 2010